Mealler

"Sen rüyayı gerçekleştirdin. İşte biz, güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz."

"Artık rüyanı gerçekleştirmiş bulunuyorsun!" Nitekim Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.

"You have believed the dream." We thus reward the righteous.

"You have carried out the vision." It was such that We rewarded the righteous.

"You have acknowledged the vision." It was such that We rewarded the righteous.

"Düşü gerçekleştirdin!" Kuşkusuz, güzel davrananları, işte böyle ödüllendiririz.

"Rüyanın gereğini yaptın. Biz güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz.

"Sen rüyanı uyguladın." İyileri böyle ödüllendiririz.[1]

Sen kesinlikle o rüyayı doğruladın. Biz, Muhsinlere[1] işte böyle karşılık veririz.

(104, 105) Biz ona "Ey İbrahim! Elbette rüyayı gerçekleştirdin.[1] Şüphesiz ki biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz." diye seslenmiştik.

Muhakkak ki bu apaçık bir beladır (öğretici, idrak ettirici deneyim)!

Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.

Şüphesiz bu büyük bir imtihandır.

"Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır."

Şübhesiz ki bu açık bir ibtila, kat'i bir imtihan

Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.

Hakıykat, bu, apaçık ve kat'i bir imtihandı.

Muhakkak ki bu, apaçık bir imtihandı.

çünkü bu, gerçekten apaçık bir sınama idi.

Bu, elbette apaçık bir imtihandı.

Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı.

Gerçekten bu, apaçık bir sınav idi.

"Bu, hiç kuşkusuz apaçık imtihanın ta kendisiydi."

Hiç şüphesiz bu, elbet apaçık bir sınavdı.

That was an exacting test indeed.

Surely, this was an exacting test.

Surely, this was an exacting test.

Aslında, işte bu, gerçekten apaçık bir sınavdı.

Gerçekten bu, yıpratıcılığı açık bir imtihandı[1]."

Gerçekten bu apaçık bir sınavdı.

Bu, kesin olarak apaçık bir beladır.[1]

Bu, apaçık bir imtihandı.[1]

Ona, bedel olarak çok büyük kurban verdik.

Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.

Biz ona kurtuluş bedeli olarak büyük bir kurban verdik.

Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık.

Dedik ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik

Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.

Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

Ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

Ve fidye olarak o'na büyük bir kurban verdik,

Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık koç vermiştik.

Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik.

Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.

Ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.

Ve Biz ona fidye olarak muhteşem bir kurban verdik;

We ransomed (Ismail) by substituting an animal sacrifice.

And We ransomed him with a great animal sacrifice.

We ransomed him with a great animal sacrifice.

Ve kurtulmalık olarak, Ona, büyük bir kurbanlık verdik.[378]

Ona, onun yerine kurban edeceği büyük bir koç verdik.

Ve biz ona fidye olarak büyük bir kurban verdik.

Ona fidye[1] olarak büyük bir kurbanlık verdik.[2]

Biz (oğlunun yerine) ona büyük bir kurban fidye vermiştik.

Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.

Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.

Sonra gelenler içinde ona iyi bir ün bıraktık.

Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.

Namını da bıraktık sonrakiler içinde

Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.

Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında ona (iyi bir nam) bırakdık.

Sonrakiler arasında ona da bıraktık.

böylece o'nun sonraki kuşaklar tarafından şöyle hatırlanmasını sağladık:

(108-109) Sonrakiler arasında onun için: -İbrahim'e selam olsun! mirası bıraktık.

Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir:

Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.

Sonra gelenler içinde onu hatırlatan bir şey bıraktık.

geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık:

And we preserved his history for subsequent generations.

And We kept his history for those who came later.

We kept his history for those who came later.

Ve sonrakiler arasında, Ona bıraktık.

Arkadan gelenler onları bu halleriyle andılar.

Sonrakiler için onun tarihini koruduk.

Gelecek nesiller arasında ona iyi bir ün bıraktık.

Sonrakiler arasında ona (iyi bir ün) bırakmıştık.[1]

Selam olsun İbrahim'e.

İbrahim'e selam olsun.

İbrahim'e selam olsun!

İbrahim'e selam olsun.

Selam İbrahime

İbrahim'e selam olsun.

(Bizden) selam İbrahime.

Selam olsun İbrahim'e.

"İbrahim'e selam olsun!"

(108-109) Sonrakiler arasında onun için: -İbrahim'e selam olsun! mirası bıraktık.

"Selam olsun İbrahim'e!"

(İleride gelecek nesiller): "İbrahim'e selam olsun!" (diyeceklerdi.)

Selam olsun İbrahim'e!

Selam olsun İbrahim'e!

Peace be upon Abraham.

Peace be upon Abraham.

Peace be upon Abraham.

"İbrahim'e selam olsun!"

İbrahim'e selam olsun!

İbrahim'e selam olsun.

İbrahim'e selam olsun.

İbrahim'e selam olsun!

Muhsinleri (Allah'a, görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.

Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.